25 Şubat 2008 Pazartesi

:: Harvard'dan izlenimler...

Musluk tesisatçılığından büyük paralar kazanmış olan Charles R. Crane’in, Stalin’in Rus Ortodoks Kilisesine karşı açtığı savaşta eritilmekten kurtardığı ve 1930 sonyazında Harvard Üniversitesi’ne bağışladığı 18 değişik boydaki çan, geçen yaz Moskova’daki Danilov Manastırına iade edilmiş.

Harvard Üniversitesi
Harvard dünyanın en ünlü üniversitelerinden biri

13 Tonluk olanından 10 kiloluk olanına kadar toplam 26 tonluk bronztan yapılma tarihi çanlar, anavatanlarında çalmaya başlarken, Rusya’nın güney batısındaki Voronij bölgesindeki Vera dökümhaneleri tarafından aslına uygun şekilde yeniden imal edilen yeni çanlar yakında yine Harvard Üniversitesine dönecekmiş.

Lowell House Çanları’nın macerasını öğrendim Harvard Üniversitesinin bulunduğu Cambridge’e gelir gelmez. Cambridge, son üç haftadır alışmaya başladığım Amerikan yerleşim merkezlerinden çok farklı göründü ilk bakışta. Fena halde İngiliz, epeyce, Oxford ve asıl Cambridge karışımı, ama canlılığıyla, biraz da Londra’nın Hamstead’i adeta.

Harvard ve Harvardlılar

‘İçindekiler’in bazıları, bazen kuşkulu karşılasa da, Harvard dünyanın en iyi üniversitesi kabul ediliyor. Sadece Amerika Birleşik Devletleri’nin değil, dünyanın en seçme öğrencileri buradaki fakültelerde eğitim görüyor.

Birkaç gündür kaldığım Lowell House’un yemekhanesinde gözlerim ‘gerçek Amerikalı’ arıyor. Günümüzün bir örnek gençleri arasında, belli bir topluluğu saptayabilmek artık çok güç.

Siyasi çizgilerini anlayabilmek, kime, niçin oy verdiklerini ya da Kasım’da kimi ‘Başkan’ olarak yeğleyeceklerini öğrenebilmek için, açık açık sormaktan başka çare yok.

“Aranızda hanginiz Amerikan vatandaşı?”

Birçoğu Amerikan vatandaşı ama yine birçoğu ikinci kuşak, yeni göçmenlerin çocukları. Vietnam’dan, Sırbistan’dan, Irak’tan, İsviçre’den, Belarus’tan, Çin’den, İsrail’den gelen gençler bunlar, ilk aşamada karşılaştıklarım.

Ama artık Vietnamlılığı, Sırplığı, Irakılılığı, İsviçreliği, Belarusluğu, Çinliliği, İsrailliği, bir temel kimlik olarak görmüyorlar. Bütün bu ‘dünyayı kurtarma konusunda iddialı fikirlere sahip’ gençlerin ortak şemsiyesi Amerikalılık.

Anne ve babaları, görece yakın yıllarda Amerika’ya göçmüş olan ‘yeni Amerikalı’ gençler, kendilerini kayıp kuşak olarak da görmüyorlar.

Ama Iraklı bir Süryanî ailenin kızı olan Arbella, kayıp kuşak olmadığından emin görünse de, yine de, “Amerikalı olmak ne demek, anlamak istiyorsanız, geldiğiniz yere dönüp biraz olsun kalmanız gerek. Aslında Iraklı olduğunu sanıyor insan ama, Suriye’de, Ürdün’de seyahat ederken, size tam anlamıyla Amerikalı gözüyle bakılıyor. Değerleriniz, bakışınız Amerikalı…” diyor.

Arbella Irak’a gidememiş. Oysa yakınları var hala Irak’ta.

Siyasi tercihler

21.Yüzyılın 20’li yaşlardaki Amerikan vatandaşları Eski Dünya’daki yaşıtlarına kıyasla, çok daha siyasî. Belki de bu yıl böyle bu...

Çoğunun, yeni Başkan’dan bir çıkış yolu bulmasını istediği en önemli sorun, Irak.

Ama Afganistan pek gelmiyor akıllarına. Balkanlardaki yeni gerilimleri de çok dikkatle izlemiyor gibiler. Darfur’da yaşananlara bir çözüm getirilmesini isteyen de çıkmadı karşıma nedense.

Harvard’da lisans ve lisans üstü eğitim yapan, büyük olasılıkla yarısı varlıklı ailelerin çocukları, birçoğu da, en azından İngiltere’yle kıyaslandığında cömert sayılabilecek burslara sahip gençler, ekonomik durgunluktan korkuyorlar. Benzin fiyatlarının daha da artmasından korkuyorlar. İş bulamamaktan korkuyorlar. Terörden korkuyorlar.

Ama iklim değişikliğinden tedirgin olanlar çok fazla değil. İklim değişikliği konusunda kendisini sorumlu hissedenler de pek fazla görünmiyor.

“Benim için vergilerin düşük tutulması çok büyük önem taşıyor” diyor uzun boylu, Fransızların ‘bcbg’ tanımlamasına uyan 28 yaşındaki bir genç. ‘İyi sınıftan, iyi giyimli’ diye çevrilebilir sanırım ‘bcbg’... Seçkin aile çocuğu kısacası. Harvard’da hukuk doktorası yapıyor olmanın kıvancı seziliyor konuşmasında. Ona soramıyorum nedense, asıl sormak istediğim soruyu.

Yanı başındaki bir arkadaşı daha liberal, daha dünya dertleriyle ilgili görünüyor. Obama’cı olduğunu da duyunca, soruyorum.

Bu seçkin çevrede siyahlara karşı ayrımcılık hala var mı?

Yanıtı, zaten o tarihi yemekhanedeki gözlemlerimi doğrular nitelikte.

‘Bakın’ diyor, ‘çevremizde beyazlarla birlikte oturan kaç siyah görebiliyorsunuz?’

Tek tük siyah genç yine diğer siyah gençlerle birlikte oturuyor genellikle.

Harvard Hukuk Fakültesi mezunu Michelle Obama’nın bir haber dergisine verdiği mülakatı anımsıyorum, 20-25 yıl önceki üniversite yıllarında yaşadığı soyutlanmışlığı anlatıyordu.

Burası Harvard.

“Kime oy vereceğimi bilemiyorum. Obama’nın deneyimsizliği beni kaygılandırıyor ama herkesin gözü önünde karısını aldatmış bir adamı kabullenmiş bir kadına oy vermek de içime sinmiyor” diyen 21 yaşındaki Wisconsin’li Sammy de burada okuyor.

“Ailem geleneksel olarak muhafazakardır. Ben henüz kararımı veremedim ama McCain’in önderliği hoşuma gidiyor.” diyen Anuş da.

Lowell House’un bahçesi diz boyu karla kaplanırken, gelecek hafta yemekhanede sahnelenecek olan operayı kaçırıyor olmama hayıflanıyorum.

Kaynak : BBC